5 Nisan 2025 Cumartesi

 16 Mart 2025

 

“Bölgesel politikalarımızda sizinle çalışacağız”  

20 Mart 2025 Perşembe

Bertolt Brecht Yılı: 2025

 

"Kurtuluş yok tek başına; ya hep beraber ya hiçbirimiz" sloganı, Alman şair ve oyun yazarı Bertolt Brecht'in "Ya Hep Beraber Ya Da Hiçbirimiz" adlı şiirinden alınmıştır. Bu şiir, Brecht'in "Halkın Ekmeği" adlı eserinde yer almakta olup, işçi eylemlerinde sıkça kullanılan bir ifade haline gelmiştir.  

  

17 Mart 2025 Pazartesi

6 Ağustos 1945 - 2025 Hiroşima / İmparatorluğa Lanet Günü

 

1984’ün yetimleri gibi...

6 Ağustos 1945 tarihinde Hiroşima’ya atom bombasını atan uçağın pilotu, Paul Tibbets’tı. İlkokul çağında izlediğim bir filmde, Paul Tibbets’ın B-29 bombardıman uçağına nasıl ad verdiğini gördüğümü anımsıyorum. Tibbets, uçağa ölmüş olan annesinin adını veriyordu: Enola Gay.

Tarihin en korkunç katliamlarından birinin silahı olarak kullanılan uçak, 2. Savaş’tan sonra da birçok nükleer bomba testinde Tibbets’ın görev aracı oldu. Bizim için kan kırmızısının ve ölüm karanlığının simgesi olan Enola Gay, Amerikan tarihinin gurur verici bir parçası olarak, 1980’den bu yana Washington’daki Ulusal Havacılık ve Uzay Müzesi’nde sergileniyor.

İnternette kısa bir araştırmayla, Paul Tibbets ve Enola Gay’in pek çok fotoğrafına ulaşmanız mümkün. Uçarken, pistteyken, Tibbets’la, uçuş ekibiyle, tek başına... Bu yazıya eşlik eden fotoğraf da onlardan biri. Ama, Rachel Maddow’un anlattığına göre, bu fotoğrafın ve benzerlerinin internetten silinmesi için bir çalışma yürütülüyor.

 Neden? 

Çünkü Trump yönetimi, ‘farklılık, ‘eşitlik’ gibi sözcüklere ambargo koyarken, ‘gay’likle ilgili her şeyi de yasaklamaya çalışıyor! ‘Turunç başgan’ın kanun hükmünde kararnamelerinden yola çıkan Savunma Bakanlığı yetkilileri, büyük olasılıkla arama penceresine ‘gay’ yazıp, ortaya çıkan tüm verileri ‘silinecekler listesi’ne kaydediyor! 

Uğur Kutay   Birgün

                             

16 Mart 2025 Pazar

ABD


 Kömür madencileri ve aileleri ona "madencinin meleği" diyordu ve madencilerden "oğulları" diye bahsetmeye başladıktan sonra "Anne" Jones lakabını aldı. 

  

10 Mart 2025 Pazartesi

“Hamaset, Nutuk, Nostalji Yok... Kızgınız!”


 

2017


F: Bülent Oral

BİR ANITIN ENSTALASYONA DÖNÜŞÜMÜ: ZONGULDAK HAVZASI MADEN ŞEHİTLERİ ANITI

Bülent Oral Dergipark 2017


"Zonguldak Havzası Maden Şehitleri Anıtı da bu hâliyle artık postmodern sanat bakışımızın bir eseridir. Maden ocağı ve çevresinde oluşan yaşamın bir ürünü olan bu anıt, enstalasyona yeni bir başlık oluşturmuştur. Yeni ölümleri temsil edecek isimlikler bekleyen anıt, yeni bir anlam ve ifadeyle enstalasyona dönüşmüştür. Anıt son hâliyle ilk temsildeki anlamından kopmuş, bir şeyin kendiliğinden farklı ifadeye bürünmesi söz konusu olmuş ve bu dönüşümle yapıtın anlam boyutu genişlemiştir. Sanatçı eliyle ortaya çıkarılan yapıt içerdiği ilk anlamın karşıtı bir düşünceye veya anlama sanatçının katkısı olmaksızın dönüşmüştür. Böylece sanatçıdan bir süre için kopan yapıt; sanat eleştirmeninin nesne, izleyici katılımı ve mekân arasındaki ilişkiye getirdiği yeni yaklaşımla yapıtı yapan veya yaptırana ihtiyaç duymadan sanat olarak varlığını sürdürmektedir. Şöyle ki anıtın açılışı toplumu, işçiyi ve siyaset kurumlarını 25 Mayıs 2003’te buluştururken işçi ölümlerinin önüne geçilmesi, işçi çalışma koşullarında iyileştirmeler yapılması, maden işletmeciliğinde emeği merkeze alan bir anlayışın anıtsallaştırılması amaçlanmıştır. Ancak zamanla anıt, ihmal ve unutulmuşluğun sonucunda işçi yaşamı ile emeğinin âdeta önemsizleştiğini ifade edecek şekilde ironik bir dönüşüme sahne olmuştur."  2017

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/428316

 

2 Mart 2025 Pazar

Ha deprem, ha grizu / 2010'dan:



263 TAVUĞUNUZ AYNI GÜN ÖLSE…

İbrahim Akyürek, Şubat 2010
+
“Nasıl öldüğümüz nasıl yaşadığımızı gösterir”
Kemal Sayar, Olmak Cesareti

+
Mart ayı Zonguldak için yas ayı dense yeridir. 
12 Mart 1965’de Kozlu madencilerinin hak arama direnişinde Satılmış Tepe - Mehmet Çavdar öldürüldü. 7 Mart 1983’de Kandilli’de grizu patlamasında 103 madenci öldü. 3 Mart 1992’de Kozlu’da yine grizu patlamasında 263 işçi öldü. 
Son iki olayın sonrasında tabutlara, cenazelere, ağlayışlara, bekleyişlere, öfkelere tanık oldum. Gazetecilik hevesiyle fotoğraf çektim, insanların kendi aralarında konuştuklarına kulak verdim, gerçeği öğrenmeye çalıştım. 
“Güçlü Devlet” denilince anlaşılması gerekenin sağlık, adalet, can güvenliği değil; eli telsizli, silahlı görevliler ve onların yol verdiği çenesi düşük, cenaze törenlerinde boy gösteren gösterişli partili adamlar demek olduğunu daha iyi anladım. 
Her iki olayda da anlatılan üretimin zorlanmasıyla ilgili kaygılı cümlelerdi. Devlet denen mekanizma sanki bir özel şirket gibi daha çok kömür istemiş, işçisini bu yönde özendirecek, yarıştıracak sistemi uygulamıştı. 
100 işçiyi kurtarabileceği söylenen gaz maskeleri ise Kozlu’daki patlama sırasında gümrük raflarında bekliyordu. “Güçlü Devlet” para ayırıp maskeleri işçilerin beline takamamıştı. 
Kozlu’daki ölümlerden sonra yerin derinliklerinden cesetlerin tamamının çıkarılması ayları buldu. Yerin altında arkadaşlarının ölüsü varken işçiler kömür çıkarmaya devam ettiler. Sakladığım gazete kesiklerindeki fotoğraflarda görüp anımsadığım gibi: Bir banka şubesinde maaş kuyruğunda emekli ölür. Ölünün bir iki metre ötesinde banka işlemlerini sürdürür sözde yurttaşlar. Ya da plajda bir genç boğulmuştur. Hemen yanında sözde insanlar yüzmeye devam ederler. 
263 tavuğunuz aynı gün ölse, o günü olmasa bile, o ayı aklınızdan çıkarmazsınız insan olarak.
Kendi kendime dedim ki, 3 Mart’ı unutma, sakın kaçırma! Zaten çektiğimiz fotoğraflar biz fotoğrafçıların peşini bırakmaz. Kendime yaptığım bu uyarının ötekine berikine acıma duygusu ile hiç bağlantısı yok. 
 
Tersine şöyle bir toplumsal bağlantısı var:
1- Ruhsal bütünlüğümüzü korumak için ölümlü olduğumuzu unutmamak,
2- Bu toplu kıyıma neden olanların (en tepeden başlayarak) fotoğraf sanatı ile de olsa peşini bırakmamak.
3- Beden ve düşünce emeğine, emeklerimize saygımızı yitirmemek.
4- Kapitalist Türkiye’yi çekip çeviren medya şebekesinin ölümleri, nedenlerinden koparıp değersizleştirmesine kanmamak. 
Peki, büyük madenci grevinde Ankara yollarına düşen “Emeğin Başkenti” Kozlu Grizu ölümlerinden sonra ne yaptı dersiniz? 
İşçilerin sendikası ve devleti; kentin ortasında bir cenaze töreni düzenlemekten kaçındı. Cenazeler kamyonetlere konup kaçırılırcasına köylerinin yoluna postalandı. Devletin bolca dağıttığı kan parası ile bazı dini bol, sözde kutsal aile yeniden yapılandı, yozlaştı. Cesetlerin bir bölümü yer altında dururken kent halkı, iki-üç ay sonra şehir stadında yapılan Hülya Avşar ve öteki sanatçı arkadaşlarının konserinde coştu. Tepeden tırnağa "laik, çağdaş, bilimsel" bilirkişiler mahkemeye “grizu kaçınılmazdı” raporu sundular. Duruşmalar, kentin meşhur içkili lokallerinin dört masası kadar izleyici bulamadı. 
1875’den bu yana Zonguldak Kömür Üretim Havzası’nda ölen işçiler adına 2003 yılında liman arkasında bir anıt yapıldı. Havzada ölen, kimlikleri belirlenen dört bine yakın madencinin isminin yazılı olduğu plaketler yerleştirildi siyah mermer duvar üzerine. 
 
Bakımsızlık, korumasızlık, kalitesiz malzeme kullanılması nedeniyle plaketlerin çoğu paslandı, kayboldu. Yedi ay önce anıt bakıma alındı, tüm isimler söküldü yenileri yerleştirilmeye başlandı. Daha başlangıcında çalışma nedense durdu. Bu kez, PVC’den yapılmış yeni isim levhaları da leke tutmaya başladı, kimi şimdiden düştü. 
Cumhuriyet tarihinin önemli, saygın enerji ve kültür kenti Zonguldak’ı çekip çevirenler, “şehit” vurgusu ile yüceltilen madencinin ismini sağlam bir malzemeye, mermere yazmak için paraya kıyamıyor şimdi. 
3 Mart 2010’da bu döküntü anıtın önünde tören yapılacak, nutuk atılacak yine.
+
F: İbrahim Akyürek
Şubat 2010  

İnternet


25 Şubat 2025 Salı

2018 Pusula

 

Yanan hep bizdik  / Sizler kömür sandınız! O dizelerin hikayesi

      Mustafa Eyriboyun 

Dün gece yarısından sonra tam yatmak üzereyken sevgili Engin Çöl'den bir mesaj geldi. "Yanan hep bizdik/Sizler kömür sandınız" şiirimi istiyor. "Ne zamana..." diye sordum. On-onbeş dakika kadar bekledim, cevap gelmeyince yattım. Çünkü bir önceki gece ağrıdan sızıdan hemen hiç uyuyamamıştım.
Engin'in "Yarına" diyen cevabını sabah okudum. Bu şiirin öyküsü epey uzun... Kısaca şöyle... Aslında Armutçuk grizu faciasının (1983) acısıyla sadece "Yanan hep bizdik/Sizler kömür sandınız" şeklinde sözlü olarak söylenmişti. Dizelerin yazıya dökülmesi ise 1992 Kozlu faciası sonrasına dayanır. "Dizeler"in dediğime bakmayın, o sözlerin bu kadar derin etkisi olacağını hiç düşünmemiştim. Şiir yazma gibi bir iddiam da hiç olmadığı için bunları bir yerlerde yayınlamak da aklımdan hiç geçmedi. Ta ki eşim (Dilek) Ankara Siyasal'da yüksek lisans yaparken, Mülkiyeliler Birliği Dergisi'nin editörlüğünü yapan Oktay Etiman'ın (Merhum) eşimden Kozlu grizu faciasıyla ilgili fotoğraf istemesine kadar. Fotoğrafla birlikte bu dizeleri göndermiştim. Gönderdiğim fotoğrafla birlikte bu dizeler de Dergi'ye kapak olmuştu. Fakat kendi ifadesiyle "yoğunluktan", Oktay Etiman, derginin hiç bir yerinde adımı yazmamış. Daha sonra Mehmet Özer'in bir şiir kitabında bu dizeleri kendi yazmış gibi kullanması üzerine Etiman ile yazışmalarımız olmuştu. (Oktay Etiman ve şahsen tanımadığım bir iki kişiyle yazışmalarımıza ait e-postalar hesabımda kayıtları duruyor.)

“Ben şiir yazdım” demeye cidden utanıyorum. (Şair dostlarım lütfen affetsin.) Ancak bu dizeleri şiir formunda yazmam ise 2000 ya da 2001 yılına dayanıyor. O güne kadar orda-burda, kağıt parçalarına, defter köşelerine yazdığım ne varsa bilgisayara kaydetmiştim. Bunları noterde tescilletmek istedim fakat ciddi bir para tuttuğu için vazgeçtim. Az para tutsun diye bir sayfaya birden çok şiirimsi sığdırmıştım (uyanığız ya...) ama meğer noterde sayfa denince belli bir sözcük sayısı esasmış. Yüz küsur sayfa dosya bilgisayarımda onyedi yıldır duruyor. Bu arada e-posta gruplarında, eski/yeni Facebook hesabımda yazdıklarım hariç... Düz yazı hariç, sadece şiir formunda yazdıklarımı toplasam onlar da bir otuz kırk sayfayı bulur.

Tanıdık tanımadık pek çok kişi, arkadaş, dost benden kitap beklediğini söylüyor/yazıyor. Doğrusu bu gururumu okşamıyor değil. Ancak kitap yazmak, "Tamam bunun işi bitti. Bu oldu" demek gibi bir şey. Ben hiç bir şeyi sonlandıramam ki... Hâlâ bu "Yanan Hep Bizdik" şiir denemesini okuduğumda bile bazı yerlerini değiştirebilirim. Yani bende "plastik sanatlar" yerine "elastik sanatlar" var. Bereket bu denememi Gülden Hanım Halkın Sesi gazetesindeki şiir sayfasında yayınladı. Onunla, bulup Engin'e gönderdiğim aynı mıdır? Yoksa değiştirilmiş midir onu bilemiyorum. Çünkü elli yerde kayıt var. Şu an bulabildiğim bu.


Sürç-ü lisan etti isek affola. Günler hayr, şerler defola... 

2018    

Yrd. Doç. Dr. Mustafa Eyriboyun
Bülent Ecevit Üniversitesi
Mühendik Fakültesi
Makine Mühendisliği Bölümü
 
                                   

Adres:



Soğuksu / Öztürk Simit Fırını Karşısı

-AÇIK-